Çay tabağından çok öte…

Bugün sizlerle paylaşacağım görseller için öncelikle hikayesini anlatmam gerek…

Bu objeleri fotoğrafladığım yuvanın hikayesini…

Bir aile düşünün…

2 pırlanta gibi çocuk, eşi benzeri bulunmaz bir anne, baba, onların yanında, onlara destek bir anneanne…

Bir aile düşünün ki her koşulda, en sıkıntılı gününde bile sıkıntısını etrafa yansıtmamaya azami özen gösteren, gülen yüzünü soldurmayan, sürekli Polyanna olan…

Kırıcı olmamak için elinden geleni yapan, sabretmesini bilen, çalışmasını bilen…

Sevmesini bilen…

Kendimi neşeli ve güleryüzlü sanırdım ama onlarla tanıştıktan sonra, hem de koskocaman bir ailenin her ferdinde aynı özellikleri gördükten sonra…

Anladım ki benim neşem de, güleryüzüm de koşullu.

Zor zamanlarımda yüzümün nasıl da solduğunu, gözyaşlarımın nasıl kurumadığını, etrafımdaki yakınlarımdan nasıl uzaklaştığımı anımsadım… Nasıl ki koşullu sevgi olmazsa, koşullu güleryüz de olmamalı belki de…

Pozitif enerjimizi sadece normal zamanlarda  kullanırsak, ona en çok ihtiyacımız olduğunda yüzümüzü döker, pozitifliği kaldırdığımız rafı unutursak ne manası kalır ki???

Bu aileden ilk olarak Tatiana girdi önce hayatıma, pamuk yüzlü Tati(ana) benim 2. annem oldu, Tati’m oldu. Derdimi benden önce düşündü, ben onu çok sevdim, ama o da beni çok; ama çok sevdi.

Sonra ailesiyle tanıştım bir bir. Kızı Aida gördüğüm en tatlı, en fedakar arkadaşlardan biri oldu bana. Aida ve onu çok seven eşi Ömer’in 9 yaşında yakışıklı, çalışkan oğulları Mert varken bir de kızları oldu:

Minel…  Gördüğünüz görebileceğiniz en akıllı, en bıcırık ve girişken çocuk!

Fakat…

Bu ailenin mutluluğuna nazar mı değdi, ne olduysa baba Ömer 5 yıl önce hastalandı.

Adını anmak istemediğim, yayılmayı pek seven o pis hastalık…

Yılmadılar, uğraştılar, başkaldırdılar  bu amansız hastalığa…

5 sene, tam 5 sene…

Bir mucizeydi belki de, belki de Allah’ın bu iyilik meleklerine bir hediyesiydi…

Ailenin her ferdi yüzünü soldurmadan babaya destek verdi, ona arka çıktı, moral verdi.

Aida çalışırken, Tatiana hem Minel’e, hem de Ömer’in yanından ayrılmadı.

Öyle pozitiftiler ki Ömer bacağının kesildiği ameliyattan çıktığında, “İşte en başarılı rejim reçetesi, bir anda 8 kilo verdim!” diyebiliyordu.

Ya da Ömer protez bacağıyla oturduğu yerden kolayca kalkamazken, Aida ona destek olmak için elini uzatırken Benimle dans eder misin diyordu gözlerin içinden sevgi okunurken…

İbotane ve ben onlarla her biraraya geldiğimizde güleryüzlerine hayranlıkla bakardık…

Onların bu hallerinden öylesine etkilenirdik ki…

Ne yazık ki kısa bir zaman önce Ömer’i kaybettik.

Bu nedenle biraraya geldik bu sefer… 

Ama onlar içlerindeki acıya rağmen gözyaşlarının arasında hala gülümsemeye , gelenleri rahat ettirmeye çalışıyorlardı.

Biz de elimizden geldiğince kafalarını dağıtmaya çalıştık.

İnsanların ne hödük olduklarını da bir kez daha farkettik,  “Onlara bu kadar uğraştınız, neye yaradı, son aynı son!” diyenleri duyunca…

 Sonra yeniden gittik ziyaretlerine, elimizden geldiğince konuya girmeden yanlarında olabilmek için…

İşte o gün sağolsunlar, çok beğendiğim ve Kars’tan aldıkları (Sırf bu tabak için bile Kars’a gidilir!)çay tabağınının Nur’un Gemisi’ne koymak için fotoğrafını çekmemden memnuniyet duydular, yardımcı oldular bana…

Çay tabağı ile başlayan çekim, Aida’nın vitrinden gösterdikleri ve etraftaki birkaç eşya ile devam etti.

Kars’tan, Gürcistan’dan, Rusya’dan, Azerbaycan’dan çeşit çeşit objeyi çektim, sizlerle paylaşıyorum bu güzel ailenin hikayesiyle beraber…

Bu zarif vazo Gürcistan’dan:

Bayıldığım eski radyolardan, çok iyi bakılmış olduğu için ayrıca kıymetli bence:

Çay takımı gördüklerim içinde en çok beğendiklerimden, Japonya’dan… Tati’nin çeyizindenmiş, uyanık Aida hemen kapmış!

Comments

  1. AİDA says:

    Birbirlerine kırılan iki arkadaştan biri,uzun bir aradan sonra diğerinin kapısını çalar.
    -Kim o? diye seslenir içerdeki.
    -Benim, der kapıyı çalan.
    -Burada ikimize birlikte yer yok, diye cevap verir öbürü.
    Aradan uzunca bir zaman geçer…
    …Yeni bir umutla tekrar çalar sevdiği arkadaşının kapısını.
    -Kim o? diye sorar yine içerdeki. –
    -Sen’im, der bu sefer.
    Ve kapı sonuna kadar aralanır.
    ~~~
    Hz. Mevlânâ’da;
    “Birisinin kalbinde taht kurmak, sevgisini kazanmak istiyorsanız,
    öylesine sevmelisiniz ki benliğinizi bırakıp âdeta o olmalısınız” diye anlatır hakiki muhabbeti…
    bizde sizinle aynı muhabbeti paylaştığımıza ve sizinde kalbimizde taht kurduğunuza inanıyoruz. Verdiğin emek ve alaka için çok teşekkür ederim sevgilerimle

  2. LâLe says:

    :((( “Ömer kurtuldu”yu okuyunca çok sevindim :( “Ömer’i kaybettik” i okuyunca içime oturdu :(((

    “Onlara bu kadar uğraştınız, neye yaradı, son aynı son!”
    Buna diyecek laf bile bulamıyorum… Gerçekten!
    Çok yazıkkkk!

    • LâLe says:

      Yorumum yarım kaldı, devam ediyorum;

      EVET ÇOK YAZIK. NE YAZIK Kİ BAZILARI İNSANLIKTAN HİÇ NASİPLERİNİ ALAMIYORLAR… DİYECEK ÇOK ŞEY VAR DA, NE DESEN NE SÖYLESEN BOŞ…
      ALLAH İSLAH ETSİN

    • Yeşim Sancaktaroğlu says:

      Neye yaramış biliyor musun Lalişko? Babayla 1 gün daha geçirmeye, kokusunu 1 gün daha koklamaya, sesini 1 gün daha duymaya. Değmez mi?

      • Zaten Tati de aynen o cevabı vermiş…

      • LâLe says:

        Tabii ki değer Yeşim Hanım.. İnsanlar çok mu acımasız? Çok mu densiz? Çok mu empatiden yoksun? Çok mu düşüncesiz? Bilemiyorum ben :(

        • Yeşim Sancaktaroğlu says:

          Valla, Allahıma şükür, kedisini bile 1 gün daha yaşatmak için savaş veren insanlar var etrafımda. Vicdan sahibi, merhametli. Ben başka türlüsünü anlayamıyorum.